Okumaya gönül vermiş herkes yazmaya da göz kırpmaya başlar. Ya bir masala heveslenir ya gönül yazgısına. Herkes bir şey karalar. Plansız, programsız,taslaksız....
Taslak olmadan oluşunca krokisi çizilmemiş ev gibi kalır yazılarımız.
Temeli sağlam katları yetersiz.
Hikayesini tamamlayabilen küçük bir azınlık rastgelir kitapçı raflarında. Dostoyevski, Hugo,Baudlaire veya Umberto Eco yani yazar deriz onlara kısaca.
Yazma tutkusunu ve nasıl yazdığını yani bu işin mutfağını paylaşan bir kimseden bahsedeceğim bugün:
Bir lakap bile taktım: Altın içşici diyorum ona, Umberto Eco'ya.
O öyle bir romancı ki...
Ortaçağ tarihi doktora konusudur. Bir gün üniversitede bir dostuyla tarih konusunda ters düşer. Yıllardır sakladığı Ortaçağ'da suçlular, din adamları isimleri fıhristini çekmecesinden çıkarır. Bir kitap kaleme alır: Der Name Der Rose(Gülün Adı). Gülün Adı'nı kurgularken
önce olayın geçtiği katedrali çizimler Eco. Kurmacasında her şey gerçekçi olmalı, Joyce'nun sokağa tuttuğu aynadan bile net olmalıdır romanı.
Bu sebeple Eco roman karakterlerine bilerek anlatım bozukluğu ( tıpkı sıradan insanların sürekli yaptığı gibi), merdivende konuşulacak konuların süresini hesap ederek diyalogları kısa tutmayı, yediğimiz içtiğimiz her şeyin bizim fizyoloji ve pskolojimizi etkilediğini bildiği için de yemek tariflerini atlamaz. Günümüzden Ortaçağ'a bir okuma yapar. Bu okuma bize bugün tarih kitaplarında anlayamadığımız Ortaçağ'ın ne demek olduğunu en çarpıcı gerçekliğiyle anlatmaktadır.
1932'de İtalya'da doğan Umberto Eco geçtiğimiz yıllarda aramızdan ayrılan İtalyan göstergebilimci, yazar, estetik bilimci, filozof...
On parmağında on marifet.
Yazıları edebiyat kürsülerinde günlerce tartışılıyor fizik için Einstein veya Hawking ne ise edebiyat için Eco o. Sanırım ne kadar ehemmiyetli bir konumda olduğunu demin verdiğim roman yazma serüveninden de anladınız.
Eco *Genç Bir Romancının İtirafları* adını verdiği eserinde okurlarına sanatın nasıl oluştuğundan, yazarken nelere dikkat ettiğinden bahsediyor. Yanlış anlaşılmasın bu bir senaryo kitabı değil.
Eco; toplumsal şuuraltını oluşturan eserlere göndermeler yaparak onu var eden sanat eserlerini yeniden yorumlayarak iyi bir yazardan önce iyi bir okuyucu olmak gerektiğini savunuyor eserinde.
Ayrıca gerçeklik algımızın ne kadar suni olduğunu görüyoruz eserinde.
Okur kurmaca metni bile bile oradaki hikayeye bırakır kendini. Aslında biliriz Anna Karenina'nın Madam Bovary'in ya da Gregor Samsa'nın asla yaşamadığını. Ama onlarla duygusal bağlar kurarız.Böylece gerçekte yaşayan birçok insandan öteye geçer roman kahramanları.
Şimdi genç okur sana soruyorum. Binlerce sorunla yüz yüzesin. Aile, iş , ekonomi bir sürü dert bekliyor seni.
Pek iyi. Herkes üzerine gelirken kaçacağın tek kurtuluşun kitaplar olduğunu "okumak" olduğunu biliyorsun değil mi?
Öyleyse
Hayat edebiyatsız hiç çekilir mi?
O zaman haydi! Eco'nun peşinden rönesansı yeniden kurmaya...
Yorumlar
Yorum Gönder