Serdar Özkan’ın ilk ve en beğenilen romanı olan Kayıp Gül okurlarına genç bir kızın öyküsünü anlatıyor.
Diana, San Francisco’da yapayalnız kalmıştı. Çok sevdiği fakat ona sevgisini çok da belli edemediği annesini kaybetmişti. Annesi kanser olmuştu ve kısa bir zaman sonra da hayata veda etti. Bir de annesinden geriye kalan mektuplar vardı. Annesi ölmeden önce ona bir mektup bırakmıştı. Annesinin vefatından sonra bu mektubu okumuştu. Mektupta Diana’nın Mary adında bir ikizi olduğunu söylemişti. Mary’nin ona mektup yazdığını söylemiş ve mektupların yerini tarif etmişti.
Diana bu mektubu defalarca okudu. Ama bir ikizi olduğunu kabullenemedi. Mary’den gelen mektupları da okumadı. Bir gün dolaşmak için parka çıktığında dilenci bir adam ona bu mektuplarla ilgili bir şeyler söyledi. Kendisine benzeyen birisini aradığını ve o kişinin ilerde resim yapan sokak ressamıyla tanışacağını söyledi. Dilenci bunları söyleyince Diana mektupları merak etmeye başladı. Eve gidip mektupları açtı. Dört tane zarf vardı fakat son zarf boştu.
Mary bu mektuplarda annesine hayatını ve annesini bulma çabalarını anlatmıştı. İlk mektupta annesine kendi hayatını anlatan bir roman yazdığını mektuplarında da bu romanı özetleyeceğini yazmıştı. İlk mektupta küçükken herkese annesinin nerede olduğunu sorduğunu ve herkesin ‘Annen yok’, ‘Annen çok uzakta’, ‘annen Tanrının yanında’ gibi benzer cevaplar verdiğini anlatmıştı. Biraz büyüdükten sonra herkesin ona büyük ilgi gösterdiğini onun da bu ilgiyle annesini aramayı bıraktığını söylemişti. Daha sonra bazı şeylerin farkına varıp aramaya yeniden devam etmişti.
İkinci mektupta annesini rüyasında gördüğünü anlatıyordu. Annesi ona beyaz güllerden bir taç vermişti. Oradaki yolu takip etmesini söylemişti. Yolun bir gül bahçesine gittiğini, orada annesine kavuşacağını söylemişti. Yıllar sonra İstanbul’a gittiğinde orada rüyasındakine benzer bir gül bahçesi görmüştü. Orada Zeynep Hanım ona güllerle konuşmayı öğretmişti.
Mary üçüncü mektubunda gülüyle konuştuğunu yazmıştı. Gül, Mary’e Sokrates’i bulduktan sonra annesini duyabileceğini söylemişti. Bu yüzden Mary annesinin adresini bildiği halde onun yanına gitmiyordu. Öncelikle Sokrates’i görmeyi bekliyordu. Diana mektupları okuduktan sonra ikizi annesini hiçbir zaman göremeyeceği için üzüldü. Annesini hak eden asıl kişinin Mary olduğunu düşündü. O annesinin söylediklerine çok fazla uymuyordu. Diana yazar olmak istiyordu annesi de onu bu konuda destekliyordu ama toplumda saygın bir yeri olması için avukatlığı seçmişti. Ama annesi sürekli ona seveceği işi yapmasını söylemişti. Diana her zaman başkalarına göre yaşamıştı. Fakat Mary böyle değildi. Kendi isteği doğrultusunda yaşıyordu.
Diana dilencinin söylediklerini düşünerek ressamla tanıştı. Mathias ile arkadaş oldular. Onunla çok iyi anlaşmışlardı. Diana ona karşı özel bir şeyler hissetmeye başlamıştı. Mathias sahil resimleri çizmek için bütün sahilleri geziyordu. Burası da resim çizmek için uğradığı bir yerdi. Mathias burada kalmayı düşündü. O da Diana’ya karşı bir şeyler hissediyordu ama Diana’nın onunla uzun bir ilişki yaşamayacağını düşünerek gitti. Diana onun gittiğini fark edince onun da sandığı gibi birisi olmadığını düşündü. Kimle konuşup dertleşeceğini düşünürken birden İstanbul’a giderek o gül bahçesini bulmaya karar verdi. İki gün sonra mezuniyet töreni olmasına rağmen Cuma günü uçağa bindi ve İstanbul’a kardeşiyle ilgili bir iz bulmaya gitti.
İstanbul’da Mary’nin bahsettiği şekilde bir köşk ve gül bahçesi bulamamıştı. Tam geri dönmeyi düşünürken iki köşk gördü. Bunlardan birisine girip Zeynep Hanım’ı sordu. Zeynep Hanım gerçekten de oradaydı. Zeynep Hanım’a durumu anlattı ve ikizini aradığını söyledi. Zeynep Hanım da Mary’nin onu aradığını ve oraya geleceğini söyledi. Diana da o gelinceye kadar orada kalmaya devam edecekti.
Diana doğruluğuna inanmasa da Zeynep Hanım’dan güllerle konuşmayı öğretmesini istedi. İlk derste Diana bahçeye hayran kalmıştı. İlk derste Sarı Çiçek ile karşılaşmıştı. Sarı Çiçek ona hikayesini anlatmıştı. Ama Diana duymadığı için söylediklerini Zeynep Hanım ona aktardı. Diana Zeynep Hanım’a Sokrates’i sordu. O da onu Mary’e vereceğini bunun için paketlemeye gönderdiğini söyledi. İlerleyen derslerde Diana, aynı saksıda Meryem ve Artemis güllerini gördü. Sürekli tartıştıklarını söyledi Zeynep Hanım. Artemis yunan mitolojisindeki okçu tanrıçaydı. Roma mitolojisindeki okçu tanrıçanın ismiyse Diana’ydı. Artemis kibirli bir güldü. Kendisini üstün görüyor ve hiç ölmeyeceğini düşünüyordu. Meryem ise ona düşüncesinin yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Fakat Artemis onun söylediklerini önemsemiyordu.
Zeynep Hanım bir gün Mary’nin onu aradığını ve mesaj bıraktığını söylemişti. Mesajında çok acil bir durum için San Francisco’ya gideceğini söylüyordu. Diana bunu duyunca ilk uçakla San Francisco’ya döndü. Her yerde Mary’i aradı ama bulamadı. Diana evde çaresiz bir şekilde otururken mektup geldi. Mektup Mary’den gelmişti. Annesine onun öldüğünü duyduğunu ama inanmadığını onu dördüncü mektupta yazan adreste bekleyeceğini yazmıştı. Ama dördüncü zarf boştu. Diana telaşa kapıldı ve her yerde bu mektubu aradı. Zeynep Hanım’ı arayıp olanları ona anlattı. Zeynep Hanım ona bir paket göndereceğini içindekileri Mary geldiğinde ona vermesini söyledi. Paketin içinden Sokrates, Mary’nin rüyasında taktığına benzer gülden bir taç ve mektup çıktı. Mektupta Zeynep Hanım Sarı Çiçeğin söylediklerini yazmıştı. Sarı Çiçek aradığını yakında hatta başucundaki çekmecede aramasını söylüyordu. Sokrates’i inceledi. Dört siyah gülü vardı. Tıpkı annesinin ona son doğum gününde verdiği çerçeve gibiydi. Çerçeveyi eline alıp inceledi ve arkasında küçük bir anahtar deliği olduğunu gördü. Sarı Çiçeğin bahsettiği anahtarı buldu ve kilidi açtı. Çerçeveden bir mektup çıktı. Bunu annesi yazmıştı. Gül bahçesine biran önce gitmesini istediği için ona bunları söylediğini anlatıyordu. Diana’nın babası ona Mary diye hitap ediyordu. O vefat ettikten sonra annesi o ismi kullanmamıştı. Diana o ismin anlamını taşıdığında ona o isimle hitap edecekti. Diana’nın gül bahçesine yaptığı ziyaretle gerçek kimliğini bulmasını istemişti. Onu ekim ayında Efes’e davet etmişti.
Diana annesinin ve kendisinin çok istediği şeyi gerçekleştirdi ve bir roman yazdı. Romanında kendi hayatını anlattı. Mathias da resim sergisini orada yapmaya karar verdi ve geldi. Resim sergisinde karşılaştılar. Diana ona olanları anlattı ve Efes’e birlikte gitmeyi teklif etti. Mathios da kabul etti birlikte gittiler.
Diana, San Francisco’da yapayalnız kalmıştı. Çok sevdiği fakat ona sevgisini çok da belli edemediği annesini kaybetmişti. Annesi kanser olmuştu ve kısa bir zaman sonra da hayata veda etti. Bir de annesinden geriye kalan mektuplar vardı. Annesi ölmeden önce ona bir mektup bırakmıştı. Annesinin vefatından sonra bu mektubu okumuştu. Mektupta Diana’nın Mary adında bir ikizi olduğunu söylemişti. Mary’nin ona mektup yazdığını söylemiş ve mektupların yerini tarif etmişti.
Diana bu mektubu defalarca okudu. Ama bir ikizi olduğunu kabullenemedi. Mary’den gelen mektupları da okumadı. Bir gün dolaşmak için parka çıktığında dilenci bir adam ona bu mektuplarla ilgili bir şeyler söyledi. Kendisine benzeyen birisini aradığını ve o kişinin ilerde resim yapan sokak ressamıyla tanışacağını söyledi. Dilenci bunları söyleyince Diana mektupları merak etmeye başladı. Eve gidip mektupları açtı. Dört tane zarf vardı fakat son zarf boştu.
Mary bu mektuplarda annesine hayatını ve annesini bulma çabalarını anlatmıştı. İlk mektupta annesine kendi hayatını anlatan bir roman yazdığını mektuplarında da bu romanı özetleyeceğini yazmıştı. İlk mektupta küçükken herkese annesinin nerede olduğunu sorduğunu ve herkesin ‘Annen yok’, ‘Annen çok uzakta’, ‘annen Tanrının yanında’ gibi benzer cevaplar verdiğini anlatmıştı. Biraz büyüdükten sonra herkesin ona büyük ilgi gösterdiğini onun da bu ilgiyle annesini aramayı bıraktığını söylemişti. Daha sonra bazı şeylerin farkına varıp aramaya yeniden devam etmişti.
İkinci mektupta annesini rüyasında gördüğünü anlatıyordu. Annesi ona beyaz güllerden bir taç vermişti. Oradaki yolu takip etmesini söylemişti. Yolun bir gül bahçesine gittiğini, orada annesine kavuşacağını söylemişti. Yıllar sonra İstanbul’a gittiğinde orada rüyasındakine benzer bir gül bahçesi görmüştü. Orada Zeynep Hanım ona güllerle konuşmayı öğretmişti.
Mary üçüncü mektubunda gülüyle konuştuğunu yazmıştı. Gül, Mary’e Sokrates’i bulduktan sonra annesini duyabileceğini söylemişti. Bu yüzden Mary annesinin adresini bildiği halde onun yanına gitmiyordu. Öncelikle Sokrates’i görmeyi bekliyordu. Diana mektupları okuduktan sonra ikizi annesini hiçbir zaman göremeyeceği için üzüldü. Annesini hak eden asıl kişinin Mary olduğunu düşündü. O annesinin söylediklerine çok fazla uymuyordu. Diana yazar olmak istiyordu annesi de onu bu konuda destekliyordu ama toplumda saygın bir yeri olması için avukatlığı seçmişti. Ama annesi sürekli ona seveceği işi yapmasını söylemişti. Diana her zaman başkalarına göre yaşamıştı. Fakat Mary böyle değildi. Kendi isteği doğrultusunda yaşıyordu.
Diana dilencinin söylediklerini düşünerek ressamla tanıştı. Mathias ile arkadaş oldular. Onunla çok iyi anlaşmışlardı. Diana ona karşı özel bir şeyler hissetmeye başlamıştı. Mathias sahil resimleri çizmek için bütün sahilleri geziyordu. Burası da resim çizmek için uğradığı bir yerdi. Mathias burada kalmayı düşündü. O da Diana’ya karşı bir şeyler hissediyordu ama Diana’nın onunla uzun bir ilişki yaşamayacağını düşünerek gitti. Diana onun gittiğini fark edince onun da sandığı gibi birisi olmadığını düşündü. Kimle konuşup dertleşeceğini düşünürken birden İstanbul’a giderek o gül bahçesini bulmaya karar verdi. İki gün sonra mezuniyet töreni olmasına rağmen Cuma günü uçağa bindi ve İstanbul’a kardeşiyle ilgili bir iz bulmaya gitti.
İstanbul’da Mary’nin bahsettiği şekilde bir köşk ve gül bahçesi bulamamıştı. Tam geri dönmeyi düşünürken iki köşk gördü. Bunlardan birisine girip Zeynep Hanım’ı sordu. Zeynep Hanım gerçekten de oradaydı. Zeynep Hanım’a durumu anlattı ve ikizini aradığını söyledi. Zeynep Hanım da Mary’nin onu aradığını ve oraya geleceğini söyledi. Diana da o gelinceye kadar orada kalmaya devam edecekti.
Diana doğruluğuna inanmasa da Zeynep Hanım’dan güllerle konuşmayı öğretmesini istedi. İlk derste Diana bahçeye hayran kalmıştı. İlk derste Sarı Çiçek ile karşılaşmıştı. Sarı Çiçek ona hikayesini anlatmıştı. Ama Diana duymadığı için söylediklerini Zeynep Hanım ona aktardı. Diana Zeynep Hanım’a Sokrates’i sordu. O da onu Mary’e vereceğini bunun için paketlemeye gönderdiğini söyledi. İlerleyen derslerde Diana, aynı saksıda Meryem ve Artemis güllerini gördü. Sürekli tartıştıklarını söyledi Zeynep Hanım. Artemis yunan mitolojisindeki okçu tanrıçaydı. Roma mitolojisindeki okçu tanrıçanın ismiyse Diana’ydı. Artemis kibirli bir güldü. Kendisini üstün görüyor ve hiç ölmeyeceğini düşünüyordu. Meryem ise ona düşüncesinin yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Fakat Artemis onun söylediklerini önemsemiyordu.
Zeynep Hanım bir gün Mary’nin onu aradığını ve mesaj bıraktığını söylemişti. Mesajında çok acil bir durum için San Francisco’ya gideceğini söylüyordu. Diana bunu duyunca ilk uçakla San Francisco’ya döndü. Her yerde Mary’i aradı ama bulamadı. Diana evde çaresiz bir şekilde otururken mektup geldi. Mektup Mary’den gelmişti. Annesine onun öldüğünü duyduğunu ama inanmadığını onu dördüncü mektupta yazan adreste bekleyeceğini yazmıştı. Ama dördüncü zarf boştu. Diana telaşa kapıldı ve her yerde bu mektubu aradı. Zeynep Hanım’ı arayıp olanları ona anlattı. Zeynep Hanım ona bir paket göndereceğini içindekileri Mary geldiğinde ona vermesini söyledi. Paketin içinden Sokrates, Mary’nin rüyasında taktığına benzer gülden bir taç ve mektup çıktı. Mektupta Zeynep Hanım Sarı Çiçeğin söylediklerini yazmıştı. Sarı Çiçek aradığını yakında hatta başucundaki çekmecede aramasını söylüyordu. Sokrates’i inceledi. Dört siyah gülü vardı. Tıpkı annesinin ona son doğum gününde verdiği çerçeve gibiydi. Çerçeveyi eline alıp inceledi ve arkasında küçük bir anahtar deliği olduğunu gördü. Sarı Çiçeğin bahsettiği anahtarı buldu ve kilidi açtı. Çerçeveden bir mektup çıktı. Bunu annesi yazmıştı. Gül bahçesine biran önce gitmesini istediği için ona bunları söylediğini anlatıyordu. Diana’nın babası ona Mary diye hitap ediyordu. O vefat ettikten sonra annesi o ismi kullanmamıştı. Diana o ismin anlamını taşıdığında ona o isimle hitap edecekti. Diana’nın gül bahçesine yaptığı ziyaretle gerçek kimliğini bulmasını istemişti. Onu ekim ayında Efes’e davet etmişti.
Diana annesinin ve kendisinin çok istediği şeyi gerçekleştirdi ve bir roman yazdı. Romanında kendi hayatını anlattı. Mathias da resim sergisini orada yapmaya karar verdi ve geldi. Resim sergisinde karşılaştılar. Diana ona olanları anlattı ve Efes’e birlikte gitmeyi teklif etti. Mathios da kabul etti birlikte gittiler.
Yorumlar
Yorum Gönder